6 Nisan 2010 Salı

"Rock star"ların da kadınları vardır.

İnsanların kabullenemeyeceği büyük bir tabu böyle adamların ilişkilerinin olması, yalnız olmalı hatta yalnız ölmeli onlar... Aman tanrım!
Binlerin, milyonların sevdiği bir erkek nasıl olursa bir kadınla birlikte olabilir? bunu nasıl yapar?, vs vs vs.



Evet tamam, tam da bu konuda "arkadaşım dur bir artık" demeniz lazımdı ki ; herkes bunu düşündüğünden kimse dur demedi.bundan bahsetmeme vesile olan Seçkin Piriler Tangöze'ye teşekkür ediyorum ne kadar çocuksu bir durum olduğunu Kaan Tangöze ile evlenmesiyle anladım..resmen Piriler'e karşı oluşan bir grup vardı. "anti piriler"etrafa baktığınızda pekte sempatizanı bulmazsınız fakat geçenlerde konuşurken bu konu hakkında kendi mi Piriler'i savunurken buldum ki bu bana göre doğru olandı.. herkes Piriler'in Tangöze'nin yanına yakışmadığını savunmakta, reklam yaptığınıi sevmediğini söylemekte...
bir şeyler söylemek gerekirse tamam dışarıdan baktığımızda Tangöze'nin yanında yine alımlı falan ama bi müzisyen görmek istediğimiz doğru ya da Ahu paşakay'ı o "bal" şarkısının
meleğini görmek istediğimiz... ama bu tamamen bizim düşüncelerimizle gerçekleşen bir durum yani bize ne ki... Pirileri beğenmeyen duman fanları kadar Tangöze'yi beğenmeyen manken arkadaşları yok mudur Piriler'in...
sevgi falan göreceli şeyler tabi... 4 senedir kim numara yaptığını söyleyebilir ki iki tarfın da .. Şimdi de ilişkilerinin sağlam bir meyvesi geliyor tam da 6 ay sonra.. kısacası biz sadece konuşmayı biliyoruz ilişkiler hakkında... Arkadaşlarımızın ilişkileri
hakkında atıp tutarkende bunları yapıyoruz. mesela; onlara akıl verirken inanılmaz zekiyiz , onları ve etrafımızdaki herkesi şaşırtıyoruz, "erkekler için ağlanır mı?" diyoruz... ama yalnız kaldığımızda bu sefer bir ilişkinin içerisindeyken yardım beklerken ağladığımızda durup düşünüyoruz ne güzel atıp tutuyordum ben geçenlerde,diye...

yüz yıllardır ses getiren kişilerin yanına kimseler yakıştırılamamıştır bu bir Tangöze olayı değildir yani.Ki bunun aslında içten içe herkesler farkındadır...

Cobain, Lennon, Stane, mercury, sid... neler neler neler gördüler... neler işittiler.. Kısacası bu müzik tarihi için çok büyük insanlar olduklarından onların hiç işemediğini düşünmemizle eş değer oluyor...




"Aşk"mış bu işte; Tangöze'de varsın Piriler'e gönlünü kaptırsın tek umut kaynayı Mutlugil kalsın duman fanların da, darısı yeni genç kız idollerinin başına...

5 Nisan 2010 Pazartesi

İki adama duyduğum büyük aşk.




"
Kimleri okursun?" Sorusu vardır, sorarsın konuşmanın bitmesi gerektiği yerde sırf konuşmak için kullanılan kurtarıcı soru gibidir ki aslında her sorudan değerlidir insanın kişiliğini ortaya koyar, eğer tanıyorsan yazarları tamam aradığın adam/kadın dır. ama yok tanımıyorsan bir de hiç alakan olamayn siyasi görüşleri arkasına alan bir yazarsan bir adım geriye atarsın ne kadar etkilensende.Gerçektir hani bu hepimiz yaşamışızdır.. çok kitap okumamışsanda o okuduğun bir kaç kitap içerisinden bir yazar sevmesini istersin ki hakkındır o kadar okumuşsundur ama yok değildir ya çıldırtır seni birde o kimdi? sorusu vardır ki hiçbir zaman bu kadar kültürlü olmak istememişsindir aslında içinden "keşke bilsem , bilsem" dersin ama nafile...
iş işten geçmiş sana bilmediğin yazarları sıralamış ve konularından bahsetmiştir.

ne seversin diye sorduğunda lisede zorunlu olarak okuduğun kitaplardan bir demet yapar "klasikler" dersin. sadece onu okudum demeye utanırsın belkide.Olay aslında tamamen yazarlar kişilikleri ve yazdıklarıyla alakalı.. sen ne kadar ben sadece onun yazdıklarını sevıyorum desende ister istemez yaşamlarını bildiğinde bir parça hayatlarından da etkileniyorsun ki bu gayet doğal bir şey... Hayatımda böyle işte budur diyebilceğim iki erkek olduğu konusunda kesin kararımı verdim... ikiside edebiyat çevrelerinde fazlaca iyi tanınmayan yazarlar olmalarına rağmen okuyan kitleleri geniş ki bu da "zevklerin göreceliliği"ni bir kez daha kanıtlar nitelikte...




İlk olarak Charles Bukowski...
Tanışmam tam anlmıyla karıştırdığım dergilerden biri sayesinde oldu.. Cobain'in baş ucu kitabı olduğunu öğrendim FACTOTUM'un ve okumalı dedim... Okuduktan sonrada tam kişiliğime hitap eden bir yazar olduğu kanısındaydım... ki şiirlerinide okuyunca Tanrını Bukowski, nam-ı diğer : hank, üzerinde çok uğraştığını fark ettim, dış görünüşünü elden geçiremediği için pişman oluşu yüzünden onu yazma kabiliyeti ile kutsamıştı ki bu çoğu yazarın isteyeceği türden bir yazma yeteneğiydi... teker teker okunduğunda hiç bu kadar anlamsız kelimeyi bir arada göremeyeceğinizi düşünmüşsünüzdür ama sonunda yani aslında bir bütün olarak Hank'i görebildiğinizde içinde ki o aşkı kadın segisini, seks kokusunu,porto şaraplarını hissedebilecesinizdir. işte o anda ne yaptığınızın ne okuduğunuzun farkına varacaksınız.. o inanılmaz doğal hayattan betimlemelerle dolaştığı sokak aralarındaki pisliklerden bahsedişi bile sizin için büyüleyici olacak, kaldırım fahişeleri,sevişmeleri bile...

Charles Bukowski dediğimde aklıma gelen ilk şiirse bence tüm kitaplarından , tüm kişiliklerinden içine koyduğu bu şiir... ;

Evet Evet

Tanrı aşkı yarattığında çoğu insana yaramadı,
Tanrı köpekleri yarattığında köpeklere yaramadı,
Tanrı bitkileri yarattığında eh işte idare ederdi,
Tanrı nefreti yarattığında standart bir hizmete kavuştuk,
Tanrı beni yarattığında beni yaratmış oldu,
Tanrı maymunu yarattığında uyuyordu,
Zürafayı yarattığında sarhoştu,Uyuşturucuları yarattığında kafası kıyaktı,
Ve intiharı yarattığında bunalımdaydı,
Senin yatakta uzanmış halini yarattığında,
ne yaptığını biliyordu,sarhoştu ve kafası kıyaktı,
Ve sonra dağları ve denizi ve ateşi,aynı anda yarattı,
Bazı hataları oldu,ama senin yatakta uzanmış halini yarattığında,
tüm Kutsal Evren' in üzerine boşaldı....





ve birilerinin ardından gelmeyi hak etmeyen Küçük İskender ;

"Yılda üç defa buluşup sevişelim, dedi,cemrelerin düştüğü yerde.

Beni böyle bırakıverdi telve gibi.Kendi falıma kapandım: Fincanda ters duramadım; önce tabağıma,sonra şehre aktım.Nazar olsam ruhuma değecektim.Aşka sebep ararken aşkla neticelendim."

sözlerinin ardından onun için bir şeyler yazmalıyım dedim... bu satırlar onun ne en iyi ne en kötü satırları sadece içimde bir şeyler alevlenmesini sahlayan hatta beni közün üzerine oturtup ağır ağır karıştıran sözler oldu...
Küçük İskenderle tanışmam pek farklı olmadı. onu hep biliyordum sadece ilk kitabını alışım tüm kitaplarımdan daha güzel oldu ikinci el bir "İkizler burcu hikayeleri"...
İkizler burcu olmamam bunu almam ve annemin gereksiz bakışlarıyla pekişti her şey ... şu arka kapaktaki yazıya vurulma hikayesiyle karşı karşıyaydım...kalbim deli gibi atıyor ve "bu benim olmalı" (saman kokusu) diye içimden geçiriyordum bir elmasmış gibi.. ardından dört türklirasına aldığım kitabı bir buçuk saatlik taksim otobüsü sırasında bitirdim ve hayatımda o andan itibaren büyük bir ihtiyaç oldu K. İskender...Ve tüyap kitap fuarında SEL yayıncılığın standına gidip elim kolumm dolana cebimdeki para bitene kadar kitaplarını aldım kendime...ama bu sefer yavaş yavaş okumam gerektiğinin farkına varmıştım ki bu aydınlanma sayesinde daha da sevdim bu yazıları... En son kitabı " Galileo'nun Pergeli* " ise okunmaya değer ve artar taşar gider...



Ne diyordum, şimdi siz keşke bilidiğim yazarlardan bahsetseymiş diyebilirsiniz ama inanın benim öyle gerginliklerim yok hayat güzel bu iki adam her şeyden güzel...

16 Kasım 2009 Pazartesi

"Grunge is not dead " tamam...Ama öldüresim geldi!.


Oldum olası severim 90'ları... belki o yıllarda doğmamda bunun bir etkisi vardır.. anlayamadığım şeyse neden bir çok insanın 90ları seven insanların çok az olduğunu düşündüğü... bu düşünce bana bi arkadaşımın facebookunda paylaştığı A.İ.C videosunu yorum yapmamdan hemen sonra bir ekleme talebiyle geldi..
alt tarafı aynı videoyu beğendiğim biri beni eklemek istemişti. 2 ortak arkadaşımız olmasıda ona güç vermişti sanıyorum..
Neyse... "eklemek istemişsin?" dedikten sonra hemen bir mesaj geldi... "grunge dinlediğini anladım alice i beğendiğini görünce ve gurnge dinleyen insanları ekliyorum zaten ne kadarız ki şu dünyada...." falan diye uzayıp giden bir mesajdı... dedim yani bunları yapmalarına hiç gerek yok. yani "seni merak ettim" dese daha düzgün bir cümle olurdu. kabul etmedim nitekim... ama şunu gördüm... gerçekten bir müzik zevkiyle her şeyi yapabiliceklerini sanıyorlar yani onu bıraktım... 80 ler seven biride 90lardan bir parça olsun sevebilir.. mesela ben su an Feist dinliyorum "Grunge değil miyim acaba?" gibi bir düşünceye girmiyorum.. Grunge olmak ne ayrıca eyvallah çok seviyoruz... hani bir çok müzik türü dinliyorsun ve birini beğeniyorsun ama beğendin diye "metal-ci" ya da şu çok güldüğüm "grunge -cı" olmak gibi bir şey olduğunu sanmıyorum mesela şu anda Ferhan Güzel'in Begüm huuu şarkısını dinliyorum ,sabahta merakımdan "İsmail Yk 'nın facebook" şarkısını dinledim... Ferhat'tan öncede edith piaf dinliyordum... Tamam fazlaca karıştırmış olabilirim... ama en çok Grunge kültüründen haz alıyorum diye arkamdan Grunge diye konuşmayın.
Ayrıca yırtık pırtık pantalonlarda giymedim hiç, ekoseli gömleğimse hiç olmadı, hergünde yıkanıyorum.
tamam. bu kadar.

Sonuç olarak. herkes dinlesin ama herkes konuşmasın .

1 Ağustos 2009 Cumartesi

28 Temmuz 2009 Salı

Beyoğlu.



Taksimde gezintiye çıkmayı çok severim..."gezinti" deyince şimdi böyle eski zamanlardaymışız gibi geldi...Elimde makinem sürekli taksimde görebilirsiniz beni nevizadeye bu ara hiç uğramıyorum genelde asmalı mescit -in oralardayım... yanımda da değişik değişik insanlar olur...hepsinide çok severim çok çok pek çok.
Bunu da ben çektim ben shopladım... 8 temmuzda taksimdeyken hiç fark etmeden çektim kendisini...
güzel yer taksim... hele halû ile giderseniz daha bir hoş, olmadı tamay ile... nasıl eğlenirsiniz anlatamam biriyle sürekli içer biriyle kafeinden kafayı bulursunuz... tamay 'da , halû da ruhumun derin yerlerinde yer edindiler kendilerine... neyse geçelim bizim delileri... sabah 5 civarında taksimde hiç bulunmadım bunun sıkıntısını duyuyor ruhum ne saçmadır kimsenin aklına gelmez belki ama yalın ayak o yolları yürümek isterdim tabi yerlerede bakarak bir yandan herhangi bir pisliğe basmamak için...Taksim demeyide sevmiyorum gerçi... Beyoğlu pek hoş... Beyoğlu deyincede ablamın en sevdiği kitaplardan olan ve beyoğlu-na neden "beyoğlu" dendiğini anlatan bir kitap var ki şuan yakınlarımda olmadığından size adını sanını söyleyemeyeceğim...
Bu mudur? sanırım bu dur gereksiz yere uzatmaya da gerek yoktur.
öperim en güzel yerlerinizden...

26 Temmuz 2009 Pazar

Aynalar.


Aynaya bakıp 10 dan geriye doğru saymaya başlayın... kendinize 10 saniye yalnız dayanabiliyorsanız hiç bir sorun yok...fakat dayanamıyorsanız bir düşünün ki hayatınızın tamamını aslına kendinizle başbaşa geçireceksiniz...biz kadınlar aynanın karşısında saatlerce kalabilir kendimize bakmadan yapamayan yaratıklarız...öyleyiz evet. aslında bu güzel birşey ilk başta söylediğim söze göre yalnız olucağımızı biliyoruz... kendimizi sevmemiz hayatımızı daha güzel yapacağından sevin kendinizi!.
dedikten sonra... Saatlerce aynaya baktıktan sonra bir manyaklık hissediyor musunuz sizde? insan ne kadar sinir oluyor bir yerleriniz güzel gelmemeye başlıyor aynı bir yazıyı sürekli okuduktan sonra onun basit gelmesi ve sürekli bir yerlerini değiştirmek istememiz gibi...Kadınların eline ayna ve cımbız yakışıyor Kanık'ında dediği gibi ama erkeklere pek yakıştıramıyorum ben ayna muhabbetini nedense ... hep kadının bakımlı olucağına alışarak büyüdüğümüzdendir belki... gerçi kendine bakan erkekleri çok beğeniyorum... tırnakları temiz, güzel kokan erkekler gerçi bu bakımlılık değil olması gereken şeyler...şu küçük , aptal ve sevimli kediyle anlattıklarımın ne ilgisi var bende merak ediyorum ama aynayı seviyorum evet.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

üç kuruşluk aşk bilgisi...


Şimdi aslında son zamanlarda aşk için neler yapılır diye düşünüyorum... neler yapılmaz ki gibi bir cevapla karşı karşıya olduğumsa söylenemez... Aşkın öldüğünü düşünen azınlıktanım...ya da çoğunluk bak onuda bilmiyorum... ama aşk işte daha ne olduğundan bile haberim yok küçük bir alışkanlık sorunu, bağlanma problemi, kimya denen meretin uyuşması gibi geliyor bana...
Hayır, işin kötüsü gelemiyor bile aslında bilmiyorum yani bilmiyorum... işte başarısızlık dizisinin bir yenisi daha... İlişkiler hakkında konuşmakta çok iyiyimdir konuşur konuşur susmam ve ilişkilerinde problemi olan arkadaşlarıma acayip yardımcı olduğum söylenir ama bir kendime yardımcı olamam... Son ilişkimi de ortaya koyup düşünürsem aşk hayatım beş para etmez... ya platonikler olmuştur ya da sevilip sevmediklerim...
Şimdi de aşk şarkıları, hani kadının sesi içine doğru akar ya argoda tam anlamıyla "orgazm" olarak tabir edilir... nasıl bir his, nasıl bir acı veriyor bana...Acıyı da severim ben mesela sevgi dediğin şeyde... böyle uzaklığı seviyorum ben ayrılma arifesini... ya da başlamadan önceki flört dönemlerini... Ruhsal problemlerimde olabilir gerçi, kocaman bir melankoli hastası olduğum teşhis edilmiştir ailem ve erkekler tarafından.. birşeye sahip olduğun anda tüm büyüsü kaçıyor... uzaktan görüp aşık olduğun insanı arıyorsun aynı sofrada göz göze bakarken... "bu muydu?" diyebiliyorsun... en acısıda bu sanırım... Öyle dememek lazım yani denmemesi lazım... gördüğün anda beklentilerinin tavan yapmaması lazım en azından...
üç kuruşluk aşk bilgisiyle bu kadar oluyor sanırım..